Turkiye’de Cannes deyince Sinema Festivali ve kumsallarında poz veren yıldız ve de yıldız adayı kızlar, limanlarındaki yatlar akla gelir. Ben de sizlere Fransa’nin Güney sahillerindeki doğduğum ve yaşadığım bu şirin şehirden bahsetmek istiyorum.
Aslinda Cannes içinde iki adacık olan bir koyda kurulmuş, kıyıları sazlık ufak bir balikci köyüymüş. Şehrin adınında bu sazlıklardan dolayı, «kamış» kelimesinden geldiği soylenir. M.Ö 2. yüzyıllardan itibaren bu bölgede bir yerleşim olduğu bilinir. Romalılar bu şirin koyda bir tersane ve Sainte-Marguerite adasının batı kısmına bu gün bile kalıntılarını gorebileceğimiz surları yaparlar. Romalıların çöküş dönemine doğru kuzeyden gelen Visigotlar ve Lombard’lar, köyü yakıp yıkarlar ve uzunca bir süre bölge terk edilir. MS 400-410 yılarında sessizlik arayan keşiş Honorat bir kac arkadaşıyla o ufak adacıklardan birine yerleşir.
Bu gün o adaya Saint-Honorat denmesi bu yüzdendir. Zamanla adanın üzerine bir manastir kurulur, keşişler ve papazlar orada yaşamaya başlarlar. Fransız ihtilaline kadar savaşlarla el değiştiren bu köy, 1791 yılında kilisenin elinden alınıp 37000 lira’ ya bir bey’e satılır. O da buraları kızına hediye eder. O zamanlar tarıma dayalı bir yaşam olduğu için verimli topraklar erkek çocuklara, verimsiz kıyı toprakları ise kız çocuklara miras kalırdı. Daha sonraları yine bir papaz tarafından satın alınır. Kilisenin malı olur. Keşişlerin ve balıkçıların yaşadığı bir köy haline gelir.
Bu gün gördüğümüz Cannes şehrinin başlangıcı İngilizlerin bölgeye ilgi duymasıyla başlar. Yerli halk fakirdir. Toprakları fazla para etmemektedir. Zengin İngilizler bundan faydalanarak yazlık evlerini bu bölgede yaparlar. Önceleri sadece yazları bölgeye gelirler ama daha sonraları, bölgenin güzel iklimi ve coğrafyasından daha fazla faydalanmak için, yaz kış bölgede kalmaya başlarlar.
Ve bölgenin hala geçerli olan özdeyişi gerçekleşir. « Gelen bir daha gitmez ». Bu durum sadece Cannes için değil, tüm bölge için geçerlidir. Mesela, Nice’in en önemli caddesi « Promenade des Anglais » (İngilizlerin gezi yeri) bu dönemde yapılır. Bu modaya daha sonraları Rus zenginlerde uyarlar. Fakir köy yavaş yavaş zengin bir şehir olur.
Fransa’da derebeylik sistemi asırlarca sürmüştür. Bu ufak devletçikler birbirleriyle savaştıkları gibi dışarıdan gelen güçlerede karşı durmak zorundaydılar. Kendilerini koruyabilmeleri, tepe üzerine yerleşmeleri ve bu tepeleri surlarla cevirmeleriyle daha kolay oluyordu. Eski Yunan medeniyetlerindede durum böyleydi. Şehirler ve köyler Akropol denilen ve surlarla cevrilen tepeciklere kurulurdu. Osmanlı imparatorluğu döneminde Anadolu’da böyle bir güvence vardi Onun için o dönemde Türkiye’de kurulan şehirler genelde ovalarda kurulmuşlardır. Bu özellik kendini Cannes’da da gösterir. Liman yanında bir tepe üzerinde eski şehir Suquet bulunmaktadır.
Cannes’a gelirseniz mutlaka bu eski şehrin dar sokaklarında dolaşıp şehre ve eski limana hakim bir noktada bulunan Notre-Dame de l’Esperance Katedralini gezmelisiniz. Cannes Film Festivalinin yapıldığı « Palais des Festivals », La Croisette Caddesinin ortalarında bulunur. Önündeki kaldırımlarda coğunu tanıdığımız yıldızların el izleri vardır. Bunun yanında caddede bulunan binaların cephe çalışmaları dikkate değerdir. Mesela «Carlton Hotel» bunlardan biridir. Akşam gün batımna doğru terasında bir kahve içmek veya La Croisette’e aylak aylak dolaşıp, etrafı seyretmek çok keyiflidir.
Benim için iki Cannes vardır: Birincisi yaz sezonunda yıldızlar, zengin ve pahalı mağazalar ve turistlerden oluşan medyatik şehir, diğeri ise hafızamda yaşayan çiçekleri arasında bisikletimle dolaştığım, balıkçıların şubat aylarında deniz kestanesi sattığı, plajlarında babam balık tutarken piknik yaptığımız, kayıkla adalarina gittiğimiz turistlerin görmedikleri şehir.
Bu şehir iyi bakımlı çiçeklerle donatılmış bir bahçe gibidir. Tüm çocukluğumu ve gencliğimi bu çiçek bahçesinde sakin bir yaşamın kollarında geçirdim.
Artik İstanbul’da yaşıyorum. Ama bir ayağım, benim estetik anlayışımı derinden etkileyen bu zarif kentte. Sokakları en ince ayrıntısna kadar sanki objektiflere poz vericesine düzenlenmiş bu şehirden sonra coğrafi ve tarihi konumuyla güzelliklerle bezenmiş İstanbul’a alışmam zor olmadı.
Gisèle, İstanbul’lu Fransız Yazar link